İmamdan imama intikal eden miras
İmam Ali’nin hazırladığı Mushaf, es–Sahife, el–Camia, Cifr gibi eserler, önceki imamdan sonraki imama intikal eden imamet miraslarındandır
İmam Ali’nin (a.s), Resûlullah’ın (s.a.a) vefatından sonra Peygamber’in (s.a.a) vasiyeti doğrultusunda yaptığı ilk iş, Kur’ân-ı Kerim’i toplamak oldu. Kur’ân’ı iniş sırasına göre tertip etti, ayetlerin inişi, tefsiri ve tevili ile ilgili olarak Hz. Muhammed (s.a.a) ümmetinin ihtiyaç duyduğu paha biçilmez bilgilere yer verdi. İmam (a.s) hazırladığı mushafı birinci halifeye sundu. Halife, “Bizim buna ihtiyacımız yok” dedi. İmam (a.s), onların, bu günden sonra hazırladığı bu mushafı göremeyeceklerini ifade etti. Gerçekten öyle oldu. Bilindiği gibi, bu mushafı İmamlar oğullarına miras olarak aktarmışlardır.
İmam (a.s) “es Sahife” adı verilen ve diyetlerin hükümlerini içeren bir eser de bırakmıştır. Bu sahifeden Buharî, Müslim ve İbn-i Hanbel bazı bilgiler rivayet etmişlerdir. Ayrıca insanların bilmek durumunda oldukları bütün helâl ve haramları içeren “el Camia” adı verilen bir kitap da ondan rivayet edilmiştir. İmam Sadık (a.s) “el Camia”nın yetmiş zira uzunluğunda olduğunu, birinin derisini tırmalamanın cezasına kadar bütün meseleleri içerdiğini belirtmiştir.
Gelecekteki hadiseleri ve önceki peygamberlerin sahifelerini içeren “Cifr” kitabı da ondan kalan miraslar arasındadır. “Fâtıma Mushafı” da buna benziyordu. Bu mushafı Hz. Fâtımat’uz Zehra babasının vefatından sonra, kendisine ilham edilen anlamları Ali’ye (a.s) yazdırarak hazırlamıştı. (Usul-i Kâfi, Bab: 1, Sahife, Cifir, el Camia ve Fâtıma Mushafı böl. bk. Siret’ul Eimmet’il İsna Aşer, 1/96-99, 274-294).
Bu kitapların tümü, önceki imamdan sonraki imama intikal eden imamet miraslarından sayılır.
Ayrıca, ümmetin âlimlerinden bir grup da, İmam’dan (a.s) geriye kalan birçok hutbe, mektup ve özlü sözler toplamıştır. Bunlar da içeriklerine uygun isimlerle ünlenmişlerdir. Bunların ilki ve en ünlüsü Şerif Razî’nin (öl. H. 404) derlediği ve “Nehc’ül Belâğa” adını verdiği eserdir. Bu kitap, İmam’ın (a.s) akide, ahlâk, idare ve yönetim, tarih, toplum, psikoloji, dua, ibadet ve diğer doğal ve beşerî bilimler gibi değişik alanlara ilişkin göz kamaştırıcı fikirlerini içermektedir. Bu eser, Şerif Razî’nin derlediği İmam’ın (a.s) hutbelerinden, mektuplarından, vasiyetlerinden ve özlü sözlerinden oluşmaktadır. Şerif Razî’nin derlemediği şeyleri de başka âlimler derlemişler ve bunlara da “Müstedrekat u Nehc’il Belâğa” adını vermişlerdir.
Nesaî (öl. H. 303), İmam Ali’nin (a.s) Resûlullah’tan (s.a.a) rivayet ettiği hadisleri bir araya getirmiş ve hazırladığı bu esere “Müsned’ül "İmam Ali (a.s)” adını vermiştir.
Amidî (öl. H. 520-550 arası) İmam’ın (a.s) hikmetli kısa sözlerini toplamış ve bu esere “Gurer’ul Hikem ve Durer’ul Kelim” adını vermiştir.
Ebu İshak el Vatvat (öl. H. 553-583 arası) İmam’ın (a.s) bazı sözlerini derlemiş ve hazırladığı bu esere de “Matlub u Kulli Talib Min Kelâm-i Ali b. Ebî Talib” adını vermiştir. el Cahiz’den (öl. H. 255) İmam Aliye (a.s) ait “Mietu Kelime” (Yüz söz) rivayet edilmiştir. Mecma’ul Beyan tefsirinin müellifi Tabersî de İmam’ın (a.s) sözlerinden “Nesr’ul Lealî” adlı bir eser hazırlamıştır. Nasr b. Muzahim’in yazdığı “Kitab’us "Sıffin” adlı eser de İmam’ın bazı hutbelerini ve yazılarını içermektedir. “es Sahifetu’l Aleviyye” ise İmam’dan (a.s) rivayet edilen duaları kapsamaktadır.
Ehl-i Beyt yakînin direkleridir
Ehl-i Beyt İslâm’ın dayanakları ve İslâm üzere birbirine bağlanmanın giriş kapılarıdır. Onlar aracılığıyla hak, hak ettiği yere gelmiştir. Bâtıl ise onlar sayesinde hak etmediği yerden alaşağı edilmiştir. Onlar dinin temeli ve yakînin direkleridir
Peygambere vâris olan Ehl-i Beyt’in yol göstericiliği, asırlar boyunca sürüp gelen bir çizgi olarak kıyamete kadar devam edecektir. Yeryüzünde her zaman, Allah için O’nun kanıtlarını ortaya koyan biri bulunur. Bu kaim ya bilinen ve açıkta biri olur, ya da gizli olur. Ama Allah’ın kanıtları ve açıklamaları geçersiz olmasın diye bu misyon sahibi her zaman bulunur.
Peygamberlik misyonu Hz. Muhammed (s.a.a) ile son bulunca, yol göstericilik misyonu, yeryüzündeki soyların en hayırlısı olan Ehl-i Beyt’ine geçti. Çünkü onlar konuştukları zaman doğruyu söylerler; sustukları zaman da kimse gerçekleri beyan etmek bakımından onlardan öne geçmemiştir. Onlar peygamberlik ağacı, risalet alanıdırlar. Meleklerin inip çıktıkları hanedandırlar. İlim madeni ve hikmet kaynağıdırlar. Allah katında büyük değere sahiptirler. Allah onlar aracılığıyla kanıtlarını ve beyanlarını korur. Kitap onlarla bilindi ve onlar da kitapla bilindiler.
Kur’ân’ın kerametleri ve Rahman’ın hazineleri onlardadır. Onlar ilimde derinleşenlerdir. Hilmleri ilimlerini anlatır, dış görünüşleri iç dünyalarını haber verir, suskunlukları hikmetli mantıklarını dile getirir. Hiçbir zaman hakka karşı çıkmazlar ve hak üzerinde ihtilaf etmezler.
Onlar İslâm’ın dayanakları ve İslâm üzere birbirine bağlanmanın giriş kapılarıdır. Onlar aracılığıyla hak, hak ettiği yere gelmiştir. Bâtıl ise onlar sayesinde hak etmediği yerden alaşağı edilmiştir. Onlar dinin temeli ve yakînin direkleridir. İleri gidenler onlara dönerler ve geride kalanlar onlara yetişirler. Tam anlamıyla velâyetin özellikleri onlardadır. Vasiyet ve veraset onlara aittir.
İmam Ali (a.s), Ehl-i Beyt’in önderlik misyonunu sık sık vurgulamış, önderliğin Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından tayin edilen çizgisinden alınmasına itiraz etmiş, hakkından ödün vermek zorunda kalmasına rağmen halifelik çizgisine, genelde ve ayrıntılarda karşı çıkmıştır.
Peygamber’den (s.a.a) sonra önderlikle ilgili nebevî çözümü, kesin bir dille ortaya koymuştur. Hakkın yerini bulması için hikmet esaslı bir üslupla mücadele etmiştir. Devletin ve İslâm ümmetinin geçtiği hassas konjonktürü gözeten bir üslup kullanmıştır. Şartlar elverir de liderlik kendisine geçince uygulamak üzere eksiksiz bir teori geliştirmiş ve bu teorinin uygulanması için gerekli hazırlıkları yapmıştır. (el-Mu’cem’ul-Mevduî Li-Nehc’il-Belâğa, 87-116, 374-445).
‘Ehl–i Beyt dinin dağları gibidir’
Hz. Ali Ehl-i Beyt ile ilgili buyurdu ki: “Bu ümmetten hiç kimse Ehl-i Beyt’le mukayese edilemez. Ehl-i Beyt, ilmin hayatı ve cehaletin ölümü demektir."
Hz. Ali (a.s.) şöyle buyurdu:
“Bu ümmetten hiç kimse Hz. Muhammed’in (s.a.a) Ehl-i Beyti’yle mukayese edilemez. Hz. Muhammed’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’i, ilmin hayatı ve cehaletin ölümü demektir. Hakka muhalefet etmezler ve hak noktasında birbirleriyle ayrılığa düşmezler. Onlar İslâm’ın dayanakları ve İslâmî kenetlenmenin giriş kapısıdırlar. Onlarla hak gerçek yerine kavuşmuştur. Bâtıl onlar sayesinde işgal ettiği makamdan alaşağı edilmiştir. Onlar sayesinde bâtılın dili kökünden kesilmiştir. Onlar, anlayarak ve gözeterek dini aklettiler, sırf dinleyerek ve rivayet ederek değil. Onlar Peygamber’in (s.a.a), sırrının bıraktığı yer, emrinin destekçisi, ilminin kabı, hikmetlerinin sığınağı, yazılarının mahzeni ve dininin dağları gibidirler. Onlar karanlıkları aydınlatan lambalar, hikmetin pınarları, ilmin madenleri ve hilmin yurtlarıdırlar.”
Yine buyurdu: “Ben Rabbimden gelen apaçık bir belge ve Peygamber’den miras kalan bir yol üzereyim. Ben apaçık bir yol üzereyim ki, onu açıkça size söylüyorum.”(el Mu’cem’ul Mevduî Li Nehc’il Belâğa, 42/53, 101; Tasnif u Gurer’il Hikem, s.109 118).
Allah’ın varlığını ispat bağlamında şöyle buyuruyor: “Varlıkları yaratmasıyla kendi varlığını gösteren, yarattıklarının sonradan oluşlarıyla kendi öncesizliğini kanıtlayan, yarattıklarının benzerliğiyle kendisinin benzerinin olmadığını ortaya koyan Allah’a hamd olsun.
Allah’ın yaratıklarını gördüğü hâlde, Allah’ın varlığından kuşku duyan kimselere hayret ediyorum. Allah, sağlam idaresini ve kesin kaderini ortaya koyan alametler aracılığıyla kendini açık bir şekilde akıllara göstermiştir.”
İmam’a (a.s): “Rabbini gördün mü?” diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: “Görmediğim tanrıya nasıl ibadet ederim?” Ardından şunları söylemiştir: “Gözler, O’nu somut bir şekilde görerek algılayamazlar. Ancak kalpler, iman hakikatleriyle onu algılarlar. O’nun rablığı, kalbin veya gözün kuşatacağı şekilde kavranmaktan, ihata edilmekten yücedir.”
Ünlü Sabah Duası’nda şöyle diyor: “Ey zatıyla zatını gösteren! Ey yarattıklarına benzemekten münezzeh olan! Kullarının keyfiyetleriyle uyuşmaktan uzak olan! Ey zihinlerden geçen düşüncelere yakın olan! Ve ey gözlerin ihatasından uzak olan! Olanı olmadan önce bilen!”
İmam’ın (a.s) hutbeleri, ilâhî kudrete delâlet eden gökyüzü ve yeryüzü ayetleriyle doludur. Bu ayetleri bilen ve basiret sahibi biri olarak yorumlamıştır. İlâhî kudretin ve azametin ayetlerini öyle detaylı bir şekilde açıklamıştır ki, bu anlatım, bunları mütalaa edenlere iman aşılamakta, Allah’tan korkmalarını ve azametinin önünde eğilmelerini sağlamaktadır. Öyle ki, onun hutbelerini dinleyen bir kimse, tam da onun söylediği şu sözün gerçekliğini görür: “Allah’a yemin ederim ki, şayet önümdeki gayb perdesi kalksaydı, bu, benim yakînimde herhangi bir artışa neden olmayacaktı.”
‘Kur’an adaletin bahçesi ve havuzudur’
Hz. Ali (a.s.) buyurdu ki: “Kur’an, kalbin baharıdır. Kalbi ondan başkası parlatamaz. Kur’an imanın kaynağı ve merkezidir. İlmin membaı ve denizidir. Adaletin bahçesi ve havuzudur. İslâm’ın sacayağı ve binasıdır...
İmam Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Allah, size, içinde her şeyin açıklaması olan bir kitap indirdi. Peygamber’ini (s.a.a) aranızda bir zaman yaşattı. İndirdiği kitapta kendisinin beğenip razı olduğu dini, onun ve sizin için tamamladı.”
“Bu Kur’ân’ı konuşturun. O kendisi konuşmaz. Fakat ben onun hakkında size bilgi veririm. Haberiniz olsun! Kur’ân’da geleceğe dair bilgiler vardır. Geçmişlerden söz etmektedir. Hastalıklarınızın ilacı ondadır. Aranızdaki ilişkilerin düzeni onda var. Kur’ân’ın bir kısmı diğer bir kısmının yardımıyla konuşur. Bir kısmı diğer bir kısmına tanıklık eder. Allah hakkında farklı konuşmaz. Onunla hemhal olanı Allah’tan koparmaz. Eğrilmez ki, doğrultulsun. Sapmaz ki, kınansın. Müracaatın çokluğu ve çok dinlenilmesi onu eksiltmez. Olağanüstülüklerinin sonu yoktur. Gariplikleri tükenmez. Karanlıklar ancak onunla aydınlanır.”
“Kur’ân, kalbin baharıdır. Kalbi ondan başkası parlatamaz. Kur’ân imanın kaynağı ve merkezidir. İlmin membaı ve denizidir. Adaletin bahçesi ve havuzudur. İslâm’ın sacayağı ve binasıdır. Hakkın deresi ve pınarıdır. Bir denizdir ki, suyunu taşıyanlar, onu tüketemezler. Bir pınardır ki, suyunu çekenler, onu kurutamazlar. Su kaynağıdır ki, dalanlar onun derinliğine varamaz. Allah onu, âlimlerin susuzluğunu gideren pınar, fakihlerin kalplerini onaran bahar, salihlerin yollarının işaretleri kılmıştır. Kur’ân’ı, anlayanlar için ilim, rivayet edenler için söz, hükmedenler için hüküm kılmıştır. Arkasından hastalık gelmesinden korkulmayan bir şifa, peşinden hastalık gelmeyen bir ilâç kılmıştır Kur’ân’ı… O hâlde hastalıklarınızı onunla tedavi edin. Zorluklarınıza karşı ondan yardım isteyin. Çünkü o, küfür, nifak, azgınlık ve sapıklık gibi en büyük dertlere devadır.” (Nehc’ül Belâğa, Hutbe: 176).
İmam Ali (a.s) insanları sünnete göre amel etmeye davet etti. Sünnetin ümmete ulaştırılması ve bâtıl ehli olanların yok ettikleri sünnetin ihyası hususunda İmamların (a.s) konumunu açıkladı. Bu arada sünnetin ekseninden uzaklaşanların bu sapmalarının sebeplerini de gözler önüne serdi.
Şöyle buyurdu: “Peygamberinizin (s.a.a) yolunu izleyin; çünkü o, en üstün yoldur. O’nun sünnetini uygulayın çünkü O’nun sünneti yasaların en doğrusudur.”
“Allah katında en sevimli kul, Peygamberini örnek alan, O’nun izini takip eden kimsedir.”
“Lider ve kurtuluşa götürücü önder olarak Hz. Muhammed’e (s.a.a) razı ol.”
“Bugün insanların elinde (din namına) hak olan şeyler var, bâtıl olan şeyler var. Doğrular var, yalanlar var. Neshedenler var, neshedilmişler var. Genel nitelikli hükümler var, özel nitelikli hükümler var. Muhkem olan buyruklar var, müteşabih olanlar var. Gerçekten Peygamber’den (s.a.a) duyulup ezberlenen şeyler var, Peygamber’in (s.a.a) söylediği vehmedilen şeyler var. Peygamber’in (s.a.a) zamanında bile Peygamber adına yalan uyduran kimseler olmuştu. Nitekim Peygamberimiz (s.a.a) bu hususta bir konuşma gereğini duymuş ve şöyle buyurmuştu: Kim bilerek Benim adıma yalan söylerse, ateşteki yerine şimdiden hazırlansın.”